29 Şubat 2012 Çarşamba

Tau Ceti (Kevin J. Anderson / Steven Savile)

16 Kasım'da başladığım kitabı 30 Kasım'da bitirdim. Zaten 205 sayfa civarında kısa bir kitaptı.


Öncelikle bu kitap neden yazılmış onu anlatmak lazım. Özeti şöyle; Kevin abimize demişler gel kısa bir kitap yaz, yok demiş kalsın. Ama demişler sen yaz, sonra senin seçeceğin birisi devamını yazsın. Kevin abimiz bu fikirden hoşlanmış ve Steven Savile denen arkadaşı seni seçtim pikaçu tadında kitap şirketine bildirmiş.

Kitap zaten kısa olduğu için öyle çok derin karakterler, entirikalar zaten beklemiyordum. Sadece space opera türünde, keyifle okunan, eğlendirici bir kitap bekliyordum. Kevin J. Anderson kitap tanıtımında bunun bir Hard-SciFi olacağını söylemişti, bu da gene merakla kitabı beklememin bir sebebiydi.

Hard-SciFi kitap yazmak açıkçası herkesin yapabileceği bir iş değil. Hele uzay ve astrofizik işin içine girince bunu adam gibi yapabilecek kişi sayısı da çok fazla değil. Bir çok fizik profesörü bunu yapabilir ama onlar da yazar değiller, burada beklenen ikisinin aynı kişide olması hatta yazarın ek olarak teknik konularda çok bilgili danışmanlarının olması. Arthur C. Clarke Clarke ve Gentry Lee örneği gibi.

Öncelikle, kitap tahmin ettiğim gibi space opera olarak sınıflandırılabilir. Asla bir Hard-SciFi olarak sınıflandırılamaz. Kevin J. Anderson tarafından yazılan ilk hikaye ilginç bir konuyu ele alıyor. Dünya'da işler kötü gidince artık gezegenden ümidi kesen insanlık devasa bir Nesi Gemisi (Generation Ship) yapıyor. Bu gemiyi insanlığın son umudu olarak görüyorlar. Amaç Tau Ceti güneş sisteminde yaşanabilir bir gezegen bulmak. Yüzyıllar sürecek bu yolculuğa katılacaklar özenle seçiliyor ve geminin inşaatı bittiğinde dünya da ekonomik ve moral olarak çökmüş bir durumda kalıyor. Varını yoğunu bu gemiye yatıran insanlık, Nesil Gemisini bir umutla gönderiyor.

Nesil Gemisi Beacon, dünyadaki atalarını saygı ve sevgiyle anarak, ümitle yoluna devam ediyor. Dünyada ise olaylar farklılaşıyor, gezegen bir çok krizi atlatıyor ve işler düzelmeye başlıyor. Zaman ilerledikçe Beacon'ın neden yapıldığı unutuluyor, onun yerine dünyaya çok pahalıya mal olan bu gemiye karşı bir nefret oluşmaya başlıyor.

Beacon hedefine sadece onlarca yıl uzaktayken dünyada FTL motoru gibi bir teknoloji keşfediliyor, bu teknoloji eski versiyonuna göre o kadar verimli ve hızlı ki, dünyada yeni bir Nesil Gemisi yapılması ve Geminin Tau Ceti'ye varması Beacon'dan önce olabiliyor. Bunu bir propaganda amacı olarak kullanan bir diktatör, Beacon ve içindekilere kin ve nefret kusarak yeni bir Nesil Gemisi ile Tau Ceti'ye daha önce varıp egemenliğini ilan etmeye karar veriyor.

Bunun sonrasında olaylar hızlıca gelişiyor ve çözümleniyor. Kitabın ilk kısmı bilinmeyen bir gezegende tereddütlerle beraber yaşamaya çalışan iki gemi insanlarını başbaşa bırakarak bitiyor.

Sonrasında ise, Steven denen arkadaş kitabı rezil edip bırakmış, insanların ruhu bozulmuş kan nakliyle düzelmiş, Allahım yazmak bile istemiyorum. Kitabı okursanız ikinci kısmı bırakın.

Kitaba geneli için 10 üzerinden 3 veriyorum. Bunun belirgin sebebi son kısmının saçma sapan olması ve ilk kısımda ele alınan konuların kitabın uzunluğuna göre uygun ayarlanmamış olması. Gelişme kısmı çok çok uzunken sonuç kısmı çok çok kısa.

Childhood's End (Arthur C. Clarke)

16 Eylül'de başladığım kitabı 5 Ekim'de bitirdim. Gene e-book olarak Kindle ile okudum.


Son zamanlarda okuduğum en harika romanlardan birisiydi diyebilirim. Arthur C. Clarke'ın bu kitabı 1953 yılında yazdığına inanmak gerçekten çok zor. Kitabın neredeyse % 80'ini kaplayan kısımları zevkle okuduktan sonra son % 20'lik kısımda bir anda asıl işlenen konu neydi onu anlıyorsınız ve bir anda olaylar gelişiyor, farklılaşıyor hatta garipleşiyor...

Kitap uzaya gitmeye hazırlanan dünyanın bir anda kocaman uzay gemileri tarafından istilası ile başlıyor. Overlord denen istilacı ırk, uzunca bir süre sadece gözlem yapıyor ve gemilerin şehirlerin üzerinde durması haricinde hiçbir tepki vermiyor. Burada yazarın insalık hakkında çok yaratıcı ve doğru gözlemleri var, tabi bunları Overlord'ların gözünden anlatıyor. İnsanlar hayatlarına etkisi olmadığı için bu gemilere alışıyorlar. Evet insanlar istilaya alışıyorlar...

Overlord'lar sadece tek bir insan ile iletişime geçiyor, bu görüşme gemide ve dolaylı yoldan yani elektronik araçlar aracılığıyle yapılıyor. İnsanların Overlord'ları görmesi ise yanlış hatırlamıyorsam birkaç yüzyıl sonra gerçekleşiyor.

Overlord'ların fiziksel görünüşleri tüm insanların korkmasına ve çekinmesine sebep olacak, iblis denebilecek bir yaratıkla özleştirilmiş. Clarke burdan yola çıkarak Overlord'ların çok eski zamanlarda dünyaya geldiklerini ve etrafa korku, dehşet saçarak ama aynı zamanda amaçlarına ulaşamadan dünyadan ayrıldıkları varsayımına ulaşıyor. Bu da gene çok yaratıcı bir fikir, neden tüm dünyanın aynı fiziksel görünümden korktuğunu, neden tüm insanların bazı şeylere aynı tepkiyi verdiklerini inceliyor. Overlord'lar şiddet kulanmadan sadece teknolojileri ile dünyanın gelişmesine yön veriyorlar. Ama bunu yaparken insanları tamamen kendi istedikleri şekilde gelişmesi için yönlendiriyorlar, art niyetleri var mı yok mu kitabın sonunda bu kararı vermek bize kalıyor.

Bu kısımdan sonrası kitabın tanıtımını aşıyor, eğer okumayı hedefliyorsanız devam etmemenizde fayda var...

Kitap bazı ufak ara hikayelerle devam ediyor. Overlord'lar dünyayı inceliyorlar, katalogluyorlar. Bir insan Overlord'ların gezegenine gitmeyi başarıyor, o gezegeni de inceliyoruz. Sonrasında Overlord'ların aslında basit bir aracı olduklarını öğreniyoruz. Overmind denen bir varlığa hizmet ediyorlar ve anlamaya çalışıyorlar. İnsanlardan zeka ve teknolojik olarak çok üstün kapasitede olmalarına rağmen anlayamıyorlar ve türlerinin sonunun gelmesini engelleyemiyorlar. Peki neyi anlayamıyorlar diyorsanız kitabı okumanız gerekli. Bir çok bilim-kurgu kitabı okudum ama bu kitap kadar farklı, yaratıcı ve garip ama mantıklı olan bir son görmedim.

Kitabın adının da neden Childhood's End olduğunu sonunda anlıyoruz.

Kitabın ingilizcesi birazcık ağırdı ama zevkle okudum ve 10 üzerinden 9,5 verdim.